Friday 18 July 2008

Alaska'nın Kivalina Köyü'ndenim ben aslen...

NtvMsnbc'den aynen alınmıştır :
"Kivalina, Alaska’da, tam Bering Boğazı’nın kıyısında yer alan ABD’ye bağlı minicik bir köy. 55 tane ahşap evden oluşuyor. Köyde sadece 400 kişi yaşıyor. Fakat bu 400 kişi dünyanın gündemine oturan bir davanın kahramanı oldular. Kivalınalılar, küresel ısınma sonucu denize karışan köylerinin hesabını sormak için ABD’nin dev enerji şirketlerinin karşısına geçtiler. Aralarında Exxon Mobil, BP America, Conocco Philips ve American Electric Power’ın da bulunduğu 24 şirkete, küresel ısınmaya sebep oldukları gerekçesiyle dava açan köylüler, bu şirketlerden, iklim değişikliğinin Kivalina’ya verdiği 400 milyon dolarlık zararın ödenmesini istiyorlar"

Matrix filmini izlerken yıllar önce Ajan Smith Neo'ya derdini anlatırken insanların her gittiği yeri yokeden bir virüs olduğunu söylüyordu. Bir de bu adama kötü adam rolünde demiştik o zamanlar; şimdi filmi yeniden izlesem pek de öyle düşünmezdim doğrusu. Umuyorum Kivalina'lılar bu davayı kazanırlar da birbirin ardına davalar açılmaya başlanır.

Monday 14 July 2008

Sen Bana Daha Neler Edeceksin?

10 dakika mola aldım ince eleyip sık dokuyan, herşeyi kendince tartan kimliğimden... Ben değilim yani yazan, uyurgezer gibi bişey bu; bloggezer diyelim biz buna.
Şikayetlerim midir beni ayakta tutan hayata dair? İlla birini kötüleyerek varlığını devam ettirmek içgüdüsü içten içe gütmekte midir şikayetlerimi dillendiren? Daha basit olmalı mıydı hayat; ama o zaman neler olurdu? Risk iki taraflı değil midir? Kaybetmek de var kazanmak da deyip kaybedince mızıkçılık yapmak olur mu? Koklamak için bir çiçeği kopartıp, koklayıp, sonra "ay niye kopardım ki?!" demek yiğitliğe sığar mı? "Ah hayat sen bana daha neler edeceksin?" diye söylenip sonra karşılıklı birer kadeh içmek hangi çilingir sofrası tarifinde vardır?
Bitti mola koyulalım yola...

Monday 11 February 2008

Kırık Kübe Kulp Takmak...

Herşeye bir kulp bulup takmak mıdır hayat yoksa! Formüller üretmek, denklemler kurmak... Beyhude midir bu çaba yoksa bir hoş sadâ için bir boş eğlence midir biz ortaoyunculara, perdenin arkasında Karagöz ile Hacivat "hayâlî" olup bu tarafında "hayali" kukla olmak mıdır? Zor mudur yoksa kolay mıdır aslında cevapları bulmak; yada soru sormaya gerek var mıdır? Türlü hazlar ile titreten bir dokunuş, bir güzel kokuyu içine çekmek, kısa bir öpüş müdür? Bir isteyince bir, iki isteyince yine bir olmak mıdır?

Thursday 10 January 2008

Badem...


Badem'in yeni albümü "S'onsuz" çıkmak üzere.. Albümden ilk klipleri "Kalpsiz" şu anda tüm müzik kanallarında gösteriliyor. İlk albümlerinden daha başarılı olacaklarını düşünüyorum hadi hayırlısı. Badem'in solisti Moosty benim en yakın arkadaşlarımdan biri olduğu için reklamlarını yapıyoruz herhalde... Mert, Doğaç, Barış ve Emre de öyle haberiniz ola.





Vokal ağırlıklı müzikten biraz daha Rock tarzına kaydılar bu albümde. Ne derece doğru bir karar verdiklerini ben de merak ediyorum açıkçası. Herşey bir yana şu andaki müzik piyasasının kalitesine göre üst düzey müzik yapıyorlar. Dinlemeyen var mı hala?

AB'ye gireceğime emniyet şeridine girerim zihniyeti...

Yok arkadaş ben ümidimi kestim... Buranın çivisi çıktı, artık yerine oturmaz, otursa da ben göremem. Bencillik had safhada bu ülkede hiç olmadığı kadar, her alanda her yerde karşımıza çıkıyor artık. İlaç satan iyileştirmeyi değil kazancını düşünüyor, yeşil neresi varsa ya kesiliyor yada beton yeşili oluyor, futbol maçı değil savaş seyrediyoruz, maçı değil savaşı yorumluyoruz, vuruyoruz, kırıyoruz, dövüyoruz.. Ayyyyyyyyyy! Bana göre değil.. Dünya barışını desteklemek artık güzellik yarışmasında bile para etmiyor... Facebook'ta "cause"lara katılarak, o bu şu emaili tanıdığın 10 kişiye göndererek kurtarılmaz ki bu dünya... En çok trafikte sesimi çıkarabiliyorum bencillere; "kralını tanımam" diyerek kuralını tanımayanlara. Bazen dozunu da kaçırıyorum ama içim o kadar dolu olunca kornaya basmak en kolayı geliyor bazen. Emniyet şeridine girenlere "hiç mi bir yakınının ihtiyacı olmayacak o şeride" diye gidip sorasım geliyor. Benim altımdaki de araba, basınca gidiyor, direksiyonu çevirince de o şeride girebiliyorum. Kuralsızlık kural oldu bu ülkede hele İstanbul'da.. Su akar yolunu bulur misali herkes akıyor bi yerlere..

Monday 7 January 2008

Köylü köyünde gerek...

Bir ülke varmış... Altın çıkaran bir şirket köylülerden topraklarını satmalarını emretmiş, köylüler şiddetle karşı çıkmış, "köy"lü olduğu için köyüne sahip çıkmak istemiş. Ama şirket şirret bir şirketmiş; sonra Bakanlar Kurulu “milli müdafaa ve yurt savunması” hallerinde kullanılan özel maddeyi işletip toprakları acele kamulaştırma kararı almış. Hiçbir şey akla ve vicdana uymasa da sapına kadar yasalmış. Köylü şaşkınmış, kızgınmış, aldatılmışmış, arkadan vurulmuşmuş. Köylü köyünde gerekmiş ama köyünün "altın"ı oyacaklarmış, köylü yolunda gerekmiş...

Dostlar alışverişte görmemeli; zira devir hesap devri...

...der başlığımız ama haftasonu çok dost gördük desem ben size anlarsınız herhalde... Soğuk moğuk dinlemedik hatunla "impulse buy" bile yaptık gömlek bedeni değiştirmek için gittiğimiz bir mağazada. Üniversitede pazarlama derslerinde ne çok kullanırlardı yabancı kelimeleri, bunu da öğretmek, anlatmak lazım, karşı değilim ama bi kere söyle sonra Türkçe'sini kullan değil mi ya! Neymiş "impulse buy"! Bildiğin "gaza gelip almak" işte! Sanki yabancı dilde söyleyince hesap özetine daha az yazıyorlar!

Bir gazetede yazıyordu, her yıl 1 dil yok oluyormuş, 70 yıl kadar sonra da dünya üzerinde sadece 2 dil konuşulacakmış. Olmaz demeyin, maybe it will happen! Tutto bene!

Şirketimin Milano'da düzenlediği bir kursta Kazakistan ofisinden birileri de vardı; yaşı 50 ve altında olanlar Kazakça bilmezmiş doğru dürüst, resmi dil Rusça imiş, ama şu andaki hükümet tekrar Kazakça'yı günlük hayata sokma konusunda çok ciddi adımlar atmış. Önce devlet dairelerinde herşey Kazakça olmuş, haliyle hangi ilgili bölüme gideceklerini hem Rusça hem Kazakça bilen birine sora sora bulabiliyorlarmış. Ne diyelim kolay gelsin!

Friday 4 January 2008

Müsait Bi Yerde "İndirim" Var !!!

Yılın en çok beklenen dönemlerinden birindeyiz; indirimler başladı dört bir yanda... Biz de hatunla gidicez bu akşam kısmetse; kalan sağlar bizimdir diyerek dalıcaz mağazalara. Kredi kartımı bakıma almıştım, taksit taksit saldırıcaazz...

Eğlenceli bi zaman bu indirim zamanı; bilen bilir... Önce öncelikli müşterilere haber verilir, "sizi zamanında yeterince yolduk, bu da sus payınız" dercesine sms'ler, email'ler gönderilir, telefonlar edilir. Genelde haftasonuna denk getirilir indirimler ama öncelikli müşteriler bir ki gün önceden silip süpürürler güzel malları, sona kalanlar 2 beden büyük kıyafetleri "yıkarsam çeker mi" düşüncesi ile atarlar sepetlerine. Biz de çapımıza göre "önceden" bi kaç sms aldık ama işten güçten vakit bulamadık ki. Bakalım bu sefer şanslı olucak mıyız?

O bişi diil de isim vermiim, çok ünlü bir giyim markası V'da bi gömlek sordum, iyi ki isim vermedim, 488 ytl dediler, "exclusive" imiş gömlek, fiyatını sormak bile bile bi kategori yükseltti beni, indirimde kaça düştü çok merak ediyorum;"exclusive"den "regular"a dönmüş müdür acaba?

Thursday 3 January 2008

Let It Snow, Let It Snow, Let It Snow...

Aaaaa! Bi baktık ki pencereden ne de güzel yağıyor! Karla karışık yağmur demişti sabah "Havayı Koklayan Adam" ama daha da güzeli oldu; karışmadı yağmura bu sefer, kendince takıldı. İzlemek içimi ısıtır hep...

Eminim bir beş dakkalığına çocuk olmak isteği tavan yapmıştır İstanbul'da; ben 10 dakka istedim, vermeyenin bir yüzü kara çıktı, hem de kar yağarken... Kelime oyunlarınını severim demiştim di mi?

Ofisten arkadaşlarla izlerken ah! dedim içimden hatunum bi sıcak şarap yapsaydı şööle, bolca Londra anısı katılmış, yanına Ikea'nın tarçınlı bisküvilerinden olcak bi de, gökten bi piyano düşücek pencerenin yanına Jamie Cullum yanında, "Let It Snow"u söyleyerek Frank Sinatra'yı gururlandıracak kadar... Off be! Bi olsa ya...

Wednesday 2 January 2008

İkibinsekiz

Sene oldu ikibinsekiz...

Çocukluğumdaki gibi değil artık yeni yıl heyecanı.. Heyecan bile yok desem yeridir. Hatta heyecanlanınca çocuk gibi hissediyorum kendimi; gülümsemeye bahanedir bu tür çelişkiler hep; o yüzden severim bu tür çelişkileri, kelime oyunlarını. Neden yok oldu o çocukluk heyecanları? Son günlere sıkışan "yeni yıl düşleri"nin birkaç haftada "yeni hayal kırıklıklarına" dönüşmesi midir bence acaba? Çocukken az ile yetinmeyi bilip en çok istediğimiz bir hayal üzerine yoğunlaşabiliyorken büyüdükçe maymun iştahlı olup biraz ondan biraz da bundan dememizden ve bundan dolayı okkalı birkaç şamar yememizden midir zamanında sizce?


Ben "saygı" diliyorum herkes için... Sevgiden geçtim çoktan...


Canım Seçil'im ile birlikte idim yeni yıla girerken, heyecanım ondandır...